Ötekileştirmemek Mümkün mü?
- Meltem Şenocak
- 10 Nis
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 18 Nis
Birini anlamaya çalıştığımızda onu haklı bulmuş sayılır mıyız? Ya da biriyle aynı fikirde değilsek, onunla empati kuramaz mıyız?
Günümüzde bu soruların etrafında sıkışmış bir dünyada yaşıyoruz.
Taraf olmamanın taraf olmak sayıldığı, bir kişiye anlayış gösterildiğinde “sen de onlardan mısın?” diye sorulan bir atmosferde.
Peki gerçekten ötekileştirmemek mümkün mü?

“Biz” ve “Onlar” Arasındaki Çizgi Nerede Başlıyor?
Toplum olarak güçlü bir biz duygusu inşa etmek isteriz. Ama çoğu zaman bu birlik, bir “öteki” yaratmadan kurulmaz. Dışlanan biri olmadıkça, içeridekiler birbirine daha sıkı sarılamaz mı?
Michel Foucault, iktidarın yalnızca baskı yoluyla değil, aynı zamanda "normal" olanı tanımlayarak da işlediğini söyler.
Kim “bizden” sayılır, kim bizden “değil”? Kim konuşabilir, kim susmalıdır?
Bu görünmeyen sınırlar, ötekileştirmenin sessiz ama güçlü bir biçimidir. Ve bir kez bu çizgi çekildiğinde, öteki olan artık dinlenmeden tanımlanır:
Yeterince bizden değil.
Yeterince “normal” değil.
Yeterince haklı değil.
Ötekileştirme Psikolojik Olarak Neye Hizmet Eder?
Kendimizi güvende hissetmek için dünyayı anlamlı bir düzene oturtmaya ihtiyaç duyarız. Bu düzenin içindeysek “biz”, dışındaysak “onlar” oluruz. Bu ayrım, ait olmanın huzurunu, tehlikeden korunmanın kolay yolunu sunar.
Ama bu eğilim sadece kendini koruma değil, bir tür zihinsel kestirme haline gelir:
Tanımadan etiketlemek. Dinlemeden yargılamak. Görmeden korkmak.
Psikolojide bu davranışın bir boyutu bilişsel basitleştirme ile açıklanır: Zihin, karşılaştığı karmaşayı azaltmak için kategorilere başvurur. "Biz" ve "onlar" gibi ayrımlar hem belirsizliği azaltır hem de kimlik hissini besler.
Bir diğer boyut ise grup içi kayırmacılıkla ilgilidir: Kişi, ait olduğu grubu yüceltir; bu aidiyet, başkalarının dışlanmasını da beraberinde getirir. Ötekileştirme, sadece bireysel değil, topluluğun da desteklediği bir biçime dönüşür.
Ayrıca ötekileştirme, çoğu zaman kişinin kendi kırılganlığını inkâr etme biçimidir. Kişi kendini savunmasız hissettiğinde, tehdit olarak algıladığı şeyi dışarıda tutarak içsel bir düzen kurar.
Bu eğilim, çoğu zaman bireyin geçmiş deneyimleriyle de şekillenir:
Bazen öteki olmuştur, bazen de kendini korumak için başkasını öteki yapmıştır.
Öteki olarak görülen kişiler, bazen zamanla toplumun sessizleştirdiği, görünmezleştirdiği figürlere dönüşebilir.
Bu noktada Judith Butler'ın "yas tutulabilirlik" kavramı devreye girer. (bkz: Adalet duygusu zedelendiğinde ruh ne yapar?):
Bazı hayatlar öyle ötekileştirilmiştir ki, onların acısı bile acı sayılmaz. Bazı ölümler, sanki hiç yaşanmamış gibi yok sayılır.
Bu yalnızca politik bir mesele değil; insanın başkasına ve kendine yabancılaşmasını derinleştiren psikolojik bir durumdur.
Terapide Öteki Yoktur
Terapide, bazı danışanların beklentilerinin aksine;
Danışanı değiştirmeye çalışmayız.
Doğruları öğretmeyiz.
Taraf seçmeyiz.
Onun yerine:
Anlamaya çalışırız.
Nasıl oldu da böyle düşündü? Bu fikre nasıl varmış? Bu öfkenin, bu ötekileştirmenin altında ne olabilir?
Çünkü terapi; kişinin gördüğü dünyayı anlamaya çalışmaktır.
Ve çoğu zaman o dünyada kişi, kendi yaşadığı ötekileştirmenin izlerini de taşır.
Bazen öteki olmuştur, bazen de kendini korumak için başkasını öteki yapmıştır.
Ötekileştirmemek, Herkesle Aynı Fikirde Olmak Değildir
Anlamak, onaylamak değildir. Empati kurmak, sınırlarını kaybetmek değildir.
Anlamaya çalışmak, çatışmayı körüklemek yerine bir yer açma teklifidir.
Belki de bugün en çok ihtiyacımız olan şey, birbirimizi hemen tanımlamak yerine durup anlamaya çalışmaktır.
Yargılamak yerine merak etmeyi deneyebilir miyiz?
Biz ve Onlar Dediğimizde, Hangimizin İnsanlığı Eksiliyor?
Ötekileştirmemek, kolay değil belki... Ama bazen en çok o anlarda kim olduğumuza dair bir iz belirir.
Kimi zaman yanımızdakini, kimi zaman en uzaktakini… Dinlemek, anlamak, acele etmemek. Belki de ilk adım, bu yer açma cesaretinde gizlidir.
Comments